Rahmetli annemim yaşanan durumu özetlemek için zamanı geldiğinde kullandığı çoğu yerel özellikler taşıyan deyimler vardı.
Olmayacak işler peşinde koşma ya da uzun süreli iş görecek ve manevi değeri yüksek bir şeyi anlık bir çıkar veya eğlence uğruna gözden çıkarma durumlarında kullandığı iki deyim vardı ki sık sık kullanırım ben de.
Bunlardan biri, “delilik az akılla yapılmaz” diğeri de “Mushafı satıp kemençe almak”.
Cumartesi günü 3 gazeteci arkadaş Zonguldak İli Arı Yetiştiricileri Birliği (ZAYBİR) Başkanı Abdurrahman Canlı’nın konuğu olduk.
Canlı, alışılagelmiş bir birlik, dernek yöneticisi olmanın ötesinde, idealleri olan, yaşadığa topraklara ve topluma karşı sorumluluk duygusu taşıyan ve bu sorumluluğu bir borç olarak kabullenmiş, bu borcu da kendi değer yargılarıyla ödemeye çalışan bir zamane dervişi gibiydi.
Canlı, anlattıkça, anlattıklarının bölgemiz ve ülkemiz için ne anlama geldiğini somutlamaya çalıştım kafamda. Somutladıkça içim burkuldu.
Özetle Batı Karadeniz ve Zonguldak için arıcılık ve bal üretiminin önemini, bu yolda kat ettiklerini, üreticilerin, tüketicilerin, kamu görevlilerinin sorumluluklarını anlattı.
Anlattıklarını, gazetemizde http://www.ereglidemokratmedya.com/zonguldak-kazansin-ulkemiz-kazansin-71792.html linkinde haberleştirdik. Uzun uzadıya o konulara girmeyeceğim.
Şuraya gelmek istiyorum. Bugüne kadar katıldığım tüm ekonomik tabanlı toplantı ve etkinlikte her ağzını açan sanayi dışında alternatif üretimden, yerel markalaşmadan bahseder durur. Ama kimse işin pratiğine yönelmez.
Canlı’yı dinledikçe, “ZAYBİR, elde var bir” demek geçti içimden. Yahu uğraşmış didinmişler, ciddi bir üretim birliği kurmuşlar. Destek görürse bırakalım yereli, ulusallararası bir markaya dönüşebilecek bir ürün ortaya çıkarmışlar. Sadece ticaret olsun diye bal üretip satalım değil üstelik dertleri. Arı ve arı ürünlerinin her aşamadaki üretiminin en doğal ve sağlıklı koşullarda gerçekleşmesi ve desteklenmesini içeren bir faaliytet alanı yaratmışlar. Üstelik de piyasa da en doğal ve sağlıklısını bulmak için neredeyse her birimizin “uzmanlaştığı” bir üründe. Bal da.
Üstüne üstlük bu üretimin en temel gerekliliği doğal ortam. Ormanlarımız, özellikle de kestane ormanları.
Biz hala bilmem hangi firmanın balı gerçek bala en yakın bal diye soruşturup duralım, internetten ya da kulaktan dolma bilgilerle “orijinal” olduğuna kanaat getirdiğimiz ürün siparişleri verelim. Yahu yanı başımızda üretilmişi var. Üstelik birlik tarafından üretilen ve desteklenen Alaplı Balı 2017’de Türkiye’nin en kaliteli balı sıfatını kazanmış. Kazanmış derken uyduruk yarışmalarda değil. Yetkili kurumların, bilimsel analizleriyle kazanılmış bir sıfat bu.
İşin buraya kadar ki kısmı bal tüketicilerinin tercihlerinde, bu yerel markaya yönelerek sağlıklı bir ürün tüketimiyle ilgili.
Çok daha önemlisi alternatif bir alan olarak bal üretiminin gerçekleşeceği doğal çevre. Bu çevreyi doğa bize bahşetmiş. Çok şey istemiyor. Az şey de istemiyor. Ama istenen o çok şey bizde doğal olarak bulunuyor. Geriye kalan bu doğal çevrenin korunması geliştirilmesi. Burada da sırasıyla sorumlu davranması gerekenler var. Öncelikle tarımsal üretimde kullanılan ilaçlar. Doğal bitki örtüsüne zarar verdiği kadar, arılara da zarar veriyor. Özetle tarımsal üretimde de doğal süreçleri zorlamalıyız, en azından en zararsız şekliyle bu süreci sürdürmeliyiz.
Bitti mi? Hayır. Asıl sorumluluk burada da devlet aklında, kamu gücünde. Zaten Erdemir ve termik santrallerle kuşatılmış Zonguldak coğrafyasına, ormanlarına, doğal bitki örtüsüne adeta bir işgalci gibi bir an önce para eden ne varsa alıp gitme derdindeyiz.
Bunun son örneğini, yoğun kestane ormanları da barındıran Alaplı/Gümeli’de yaşıyoruz. Önce Kanadalı bir firma adına yapıldığı söylenen sonra MTA tarafından sürdürüleceği iddia edilen sondaj çalışmaları var. Bölgede saptanan altını çıkarma hazırlıkları. Peki güzel. 3-4 yılda çıkardık altını. Ve diyelim ki bu bölgede tarımsal üretimden (buna fındık, ıhlamur, defne ve diğer orman ürünlerini katalım) ve bal üretiminden ortalama 5 yılda elde edilecek maddi girdiyi o altınla elde ettik. Sonra? Sonrası malum. Ciğerleri sökülmüş ve kendisini yenilme süreci yüz yılları bulacak, tüketilmiş bir coğrafya.
Yani yüzlerce yıl başta fındık ve bal üretimi olmak üzere onlarca orman ve tarım ürünüyle bölgeyi besleyecek, üstelik bedavadan temiz hava sağlayacak bir doğa cennetinin kısa vadeli kar cinayetine kurban edilmesi.
Bu biraz da altın yumurtlayan tavuğun, içindeki birkaç altın yumurtayı almak için bıçak altına yatırılmasından başka bir şey değil.
Ya da rahmetli annemin deyimiyle, “Mushaf’ı satıp, kemençe almaya” benziyor.
En büyük sorumluluk da burada devlet aklında. Ama yaşananlara bakınca da yine annemin o malum sözü geliyor aklıma..
Demek ki “delilik az akılla yapılmıyormuş” gerçekten…
İzzet ASLANBAY
06.01.2020 Demokrat Gazetesi